Sıcaktan bunaldığı için göz göre göre gelen bir çığa kollarını açıp, serinlemeye çalışan insanın hazin öyküsüne hoş geldiniz. Bir sözlük başlığı gibi değil mi? “Bile bile lades mağlubiyeti”
İnsanın kendini mağlup, kaybetmiş ve başaramamış hissettiği konuların başında gelen olgu. Şartlar her zaman bizim elimizde değildir elbette ama oturup gerçek bir özeleştiri yaptığımızda düşünsenize kaç kere bile bile lades dediğimiz, göz göre göre gelen felakete gözlerimizi kapattığımız ve sonunu bile bile bir parça başarmışlık hissi için göze aldığımız mağlubiyetler nelerdi?
Şimdi merceği biraz büyüterek konuşalım. Hayatı okumak için biriktirdiğimiz tecrübeler, kendi kişisel kontrolümüzü geliştirmek için verdiğimiz emeklere rağmen , ne oluyor da “göz göre kuyusu” ne düşüyor insan.
Bana göre ilk sırada küçük zaferler uğrunda verilen büyük kayıplar geliyor.
“Küçük zaferler uğruna verilen büyük kayıplar”.
Kimi zaman, çok kısa süreli bir tatminin bedeli, çok uzun süreli bir mutsuzluk olabiliyor. Bir düğün seremonisi uğruna hayatı alt üst edip, seni kendin olmaktan koparan bir evlilik, sadece bir heves uğruna sahiplenilip sonrasında sokağa bırakılan zavallı hayvanlar, bir dönem iyi görünebilmek için bıçak altına yatılan estetik operasyonlar. İnsan adım attığı her şeyin sonraki aşamalarını düşünüp, buna uyumlu olup olmadığından emin olduğunda, lades mağlubiyetle sonuçlanmıyor.
Ama kişisel dürtüler, toplumsal öğrenmişlik ve onaylanma bağımlılığı maalesef bir çok insanı kaldıramayacağı yükler altına ve sonunu getiremeyeceği yollara sürüklüyor.
Bir mesaj beklemek… Bir onay almak… Birine “haklısın, bravo, tebrikler ” dedirtmek… Bu uğurda kendimizi tükettiğimiz şeyler.
Burada şunu sormak gerekiyor kendimize:
“Gerçekten ne kazandım?”
Yıkılacağını bildiğin bir duvarı, ne uğruna süslemeye çalıştım… Ne kadar güzel görünse de bak altında kaldın.
Bazen kendimize şöyle bir teselli verebiliyoruz, ama ben böyle olacağını bilmiyordum. Kandırıldım.
Hayır biliyordun, birileri anlatmaya çalıştı, hatta bir sürü sinyaller aldın o yolda yürünmeyeceğine dair. Ama işte tüm gerçekliği kabul edip baştan yolunu çizmek cesaret ve savaşmak istiyor. İnsan hayattan yolununca -mış gibi görünmek, kuyusuna atlayabiliyor.
Adı üstünde bile bile lades.
“Ama belki bu sefer farklı olur…”
Hani derler ya, insan, en çok kendini kandırmakta ustadır. Bazen bir durumun sonunu bildiğimiz hâlde, içimizdeki ‘umut bağımlılığı’ devreye giriyor. Bir ilişkinin yürümediğini biliriz ama “bu kez değişebilir” diyoruz. Bir işe uygun olmadığımızı hissederiz ama “belki bu defa başarırım ” diye devam ederiz.
Tıpkı yağmur yağarken şemsiyesini açmamakta ısrar eden biri gibi… Islanacağını bilirsin ama “belki hafif geçer” diye umut eder. Ama yağmur şiddetlidir ve kaçınılmaz oluyor.
Bu kuyuya düşüren daha güçlü etkiler de var tabi. Mesela ben toplumsal öğrenilmişlikler ve lades kültürü diye bir şey olduğuna inanıyorum.
Bazı ladesler kişisel değil, toplumsal olur.
“Kadın susarsa evlilik kurtulur”,
“Çalışırsan bir gün mutlaka karşılığını alırsın”,
“Aile her şeyin üstündedir.”
Bu tür genellemelerle bireyler, kendine zarar veren sistemlerin içinde kalır. Çünkü öğretilen budur.
Burada bir örnek:
Bir kadının, sevgi sanarak kabullendiği kontrolcülük veya baskı… İçten içe bilir ama “öyle öğretilmiştir.” Bu da bile bile ladesin başka bir boyutudur.
Bile bile lades yaptıysan, mağlubiyetin aslında cesaretinin ta kendisi olabilir.”
Bazı insanlar öğrenmek için dokunmak zorundadır. Derinliğini öğrenmek için kuyuya düşmedi gerekir. Bu bir hata değil, bir deneyimdir. Ama aynı kuyuda sürekli kalmak, ve kuyuya düştüğü için ağlamak mağlubiyetin ta kendisidir.
Asıl mesele, bir daha aynı yere lades dememek. Hatalar değil, tekrarlar yorar insanı.
Haydi o zaman bir daha çıkalım yola.
Lades ! Aklımda.